14 Mart 2010 Pazar

Yemekte Miyiz?

Bilmem ben mi yanlış hatırlıyorum, bize daha küçücük bir çocukken, ailecek yemek yemenin güzelliği, kutsallığı, "yemek" kavramının tek başına belli bir saygı çerçevesi içerisinde ele alınması gerektiği, yemek yerken ağız şapırdatmanın, bağırarak konuşmanın, kavga etmenin doğru olmayacağı ve temel olarak "yemek yemenin" kutsallığı öğretilmişti.

Yine bizim kültürümüze ve yine bizim geleneklerimize özgü olarak "yemeği yapan" kişinin emeğine saygı duyulması gerektiği, olağanüstü lezzetli bir yemek olmasa dahi yapan kişiye teşekkür etmek ve "eline sağlık" dilekleri sunmak gerekliliği, en azından ben kendimi bildim bileli söylenir durur.

Yine aynı kültürün ve aynı geleneklere sahip çıkan toplumun, şimdi ekran karşısında meyve soyarak veya 'çekirdek çitleyerek' "yaratılmış", "senaryolaştırılmış", "yapılmış" muhabbetlerle süslenmiş sahte yemek kavgalarıyla dolu, yemeği aşağılama aracı olarak kullanan, kavga malzemesi yapan programları izlemesi, izlemekten öte hayatının önemli bir kısmını bu programları izleyerek, tartışarak geçirmesi nasıl bir çelişkidir? Bu konu bir tek beni mi rahatsız ediyor onu da bilmiyorum. Ama "yemeğe", "yemek yapana" saygısızlık, özellikle "yemeğe" bu kadar saygı duyan bir toplumda nasıl bu kadar alışılagelinir  bir davranış haline geldi onu anlamak mümkün değil.

Hangi program, hangi kanalda inanın bilmiyorum. Çok da bilmek istemiyorum. Bir kaç kere rastladım ve izledim. Hayır, meyve soyarak ya da çekirdek yiyerek değil. Yüzümde ekşi bir ifadeyle, hayatım boyunca yemeğin kutsallığına dair bana öğretilenleri sorgulayarak izledim.

Saygıdeğer sayılabilecek bir ev hanımı, cinsel tercihi konusunda kararsız kalmış gibi görünen bir beyefendi, daha alt kültüre ait, halktan bir hanım kız, bir adet bıyıklı iri yarı amca olayın kahramanları oluyor genelde.

Birbirlerine sundukları saygı sevgi ifadeleriyle, neredeyse sahtelikten kırılacak şekilde başlıyorlar, ev sahibinin yemeklerini tatmaya. Sonra yavaş yavaş eleştiriler başlıyor. Eleştiriler gittikçe sertleşiyor. Yapılan yemekler, harcanan onlarca malzemeyle hazırlanan, "nimet" diye öpüp başa konan bir sürü yiyecek yerden yere vurularak aşağılanıyor. Ve genellikle sonlara doğru "aç kaldık", "bu yemek yenmez" ifadeleriyle, ortada kalmış boynu bükük yemekler, sinirli ev sahibi portresi, egosunu tatmin etmiş yarışmacılar şeklinde kavga gürültü ayrılıyorlar mekandan. Ha tabi unutmadan, psikopatlık diz boyu olduğu için memlekette, bir de bütün bu kavganın üstüne "gecenin sürprizi" diye sunulan bir gösteri peydahlanıyor ortada. Ya Kafkas dansı, ya gitar ve vokal -ki genellikle vokal ev sahibi oluyor-, ya flamenko gösterisi.

"İzleme kardeşim sen de!" denir tabi bu kadar lafın ardından. İzlemek ya da izlememek değil mesele. Mesele; yemek kültürü konusunda kitaplara konu olan bir milletin, yemeği bu kadar aşağılayarak, yemek yapanı bu kadar hor görerek, medya maymunluğu etiketine sahip çıkıp, bağra bağıra ilan etmesi bu durumu. Ağrıma gitmez mi? Gider tabi, yemek yapmayı seven ve yemeğe değer veren biri olarak.

Haklarını yemeyeyim. Harika bir olay var bu programların bazılarında. Artan yemekleri sokak hayvanlarına vermek için bir poşete dolduruyorlar. Artık ne kadarı yerine ulaşıyor bilmiyorum ama bu kadar süslü karmaşa, bu kadar makyajlı medya maymunluğu, bu kadar rezalet içinde ufak da olsa bir teselli veriyor bana...

Hiç yorum yok:

PINAR CADISI © 2007 All Rights Reserved