31 Mart 2010 Çarşamba

PORTAKALLI VE ÇİKOLATALI, ÜSTELİK ŞEKER YOK, ŞEKER:)


Bir tek "Turunç Kokulu Düşler" kalmıştı kitaplığıma eklemediğim. Idefix'de, Kütüphane Haftası kapsamında müthiş indirimler var, Oğlak Yayınları da indirimli yayınevlerine dahilmiş. Ben de en sevdiğim, bir tanecik, en bi şeker yazarın tek edinmediğim kitabı olan Turunç Kokulu Düşler'i bulunca hemen aldım tabi. Tijen İnaltong yazdı kitabı ama ilk sayfadan itibaren okuyun, göreceksiniz ki, yazmakla kalmamış, her sayfada ziyafetler sunmuş size Tijen.
Kitabın sayfaları arasında bir sürü büyülü tarif mevcut ama birini görünce, daha o sayfaya gelmeden, mızıkçılık yapıp, hemencecik pişirmeye koyuldum.
Bu tarifte şeker yok efendim.
Bu tarifte çikolata var.
İnanmayacaksınız ama portakal da var.
Kabartma tozu yok.
Sadece 1 tanecik yumurta var.
Üstelik normal un yerine tam buğday unu kullandım.
Bu tarif mükemmel! Denerken kararsızdım. Keçiboynuzu pekmezi nasıl bir lezzet verir. Hem şeker yok, hem tam buğday unu var, nasıl bir sonuç çıkar ortaya bilemedim. Bir de çikolata krizi tutmasın mı beni?
Dolapta iki üç parça bitter çikolata kalmış. Kakao da var evde. Hadi uygulayalım artık şu tarifi:
1 yumurta
Çeyrek bardak zeytinyağı
Yarım bardak keçiboynuzu pekmezi
Çeyrek bardak kakao
1 bardak un (tam buğday unu kullandım.)
1 çay kaşığı karbonat
1 tatlı kaşığı portakal kabuğu rendesi, yarım bardak da suyu
                                               iki üç parça ufak doğranmış bitter çikolata

Yumurta ve pekmezi çırptıktan sonra zeytinyağı, portakal suyu ve rendesiyle beraber karıştırdım. Un, kakao ve karbonatı da ayrı bir kapta karıştırdıktan sonra yumurtalı malzemelere ekledim. Çikolata parçalarını de ekledim. 4 adet muffin kalıbına paylaştırdım. 170 derecelik önceden ısıttığım fırında yarım saat kadar pişirdim. Arada kontrol ettim tabi. Ayrıca kürdan testinin de başarılı sonuçlanmasını bekledim:)



Çok değişik, alışkanlık yapıcı, enteresan, aroma zengini, lezzet dolu bir kek çıktı ortaya. Tarif listeme eklemekten mutluluk duyduğum bir tarifim daha oldu. Sağol Tijen...Artık normal çikolatalı kek istemez oldu canım. Bir deneyin derim ben. Bu arada idefix'deki indirim 20 Nisan'a kadar devam edecekmiş. Bilginize...

29 Mart 2010 Pazartesi

EN ÖZGÜN LEZZETLERDEN BİRİ: HALUJ

Gerçekten de öyle.Bu dünyadaki en karakterli, en özel, en harika tatlardan biridir Haluj. İş böyle yöresel yemeklere, tatlara gelince, herkes bilge kesilir bizde bilirsiniz. "En Çerkes kim?" yarışı başlar hemen. "Portakal Ağacı"nda Hatice ne güzel anlatmış mesela haluj'u, çok da güzel bir tarif vererek. Alttaki yorumlara baktım, herkes haluj sahibi kesilmiş. "Aslında en iyi biz yaparız", "bize aittir", "öyle yapılmaz, böyle yapılır".
Arkadaşlar biraz sakin. insanlar araştırıyor, emek veriyor. Sonuçta ülkemiz topraklarına ait tüm bu birbirinden özel tarifler. Patentini herhangi birimizin almasına gerek yok. Yapalım beraberce, yiyelim birlikte, duyuralım böyle geleneksel lezzetleri tüm Türkiye'ye...
Anneanne tarafım ve kayınvalidem Çerkes olduğu halde pek bilmezdim Haluj'u ve tarifini ama hep öğrenmek isterdim. Kayınvalidem Serpilciğim, Abısta, sızbal gibi lezzetleri harika yapar ve biz de ailecek toplanır arada bir Çerkes ziyafeti yaparız. Ben istedim ki bu menülere bir de haluj katılsın. Tarif ararken, çok özünden uzaklaşmamış, pratik ve güzel bir tarif olmasına dikkat ettim.
En büyük yardımı da -haberleri olmasa da- sevgili Hatice (Portakal Ağacı) ve sevgili Aslı (Zeytin Ağacı) 'dan aldım. Gerçekten her ikisi de özenle hazırlamışlar ve tarifini sunmuşlar Haluj'un. Bu kadar güzel anlatınca da tarifi, beni hayal kırıklığına uğratmayan, tam tersi ilk olmasına rağmen çok başarılı sonuç veren bir Haluj çıktı ortaya.
İşin uzmanlarından bir alıntı yapalım ve tarife geçelim o halde. www.kafkas.org.tr  adresinde şöyle anlatılmış Haluj:

Haluzz-Haluj
Üçken şeklinde yağda kızartılmış peynirli puf böreğine haluz derler. Bir de ince açılmış hamurun içine peynir ve soğan koyduktan sonra yumurta büyüklüğünde veya biraz daha büyük boyda yuvarlak hale getirip suda pişirirler ki buna da psihaluj derler. Su böreği gibidir. Bu börek pek muteber olmadığından ağır misafirlere ikram edilmez. Bazen de suda kaynatıldıktan sonra ve meselâ ertesi gün yenmek istenirse kızartıp da yerler. Haluz sofraya bir sahan içinde olarak konduğu gibi bazen de öylece konur. Koparıp dağıtmamak için el ile tutularak ısırılıp yenir. Haluzz-Haluj pasta gibi ekmek makamında safraya konduğu için yoğurt, kaymaklı süt, tereyağı, bal veya tiritle yenir. Ekseriya hediye olarak akraba ve ahbaplar arasında hediye olarak götürülür. Halujun bir de patatesli cinsi vardır ki bu da şu şekilde yapılır. Patates sayulduktan sonra su içinde kaynatılarak güzelce pişirilir. İçine biraz kırmızı biber, tereyağı, tuz konur ve evvelce hazırlanmış olan açılmış dört köşeli yufka içine konur, yufkanın bir yarım daire şeklinde yapıştırılmasını müteakip biraz durduktan sonra kaynar suyun içine atılır ve kaynatılır. Sıcağı sıcağına yenir.

Tarifi Hatice'nin tarifinin yarısı ölçülerde yaptım. 4 kişi rahatlıkla doydu bu oranlarla.
hamur malzemeleri
325 gr. un (eleyerek kullandım.)
1 tatlı kaşığı tuz
ılık su

                                            iç malzemeleri
                                            750 gr. patates (biraz şeker ve tuzla tatlandırarak haşladım ve püre haline        getirdim.)
                                            1 orta boy soğan (1,5 kg patates için verilen oran bu ama ben yarı oranda patates için de aynı ölçüde soğan kullandım, lezzeti çok güzel oldu.)
                                            1 tatlı kaşığı kadar pul biber+kırmızı toz biber karışımı
                                            1/4 çay bardağı zeytinyağ

                                              sos malzemeleri
                                             1 çorba kaşığı sıvıyağ + 1/2 çorba kaşığı tereyağı
                                             1 tatlı kaşığı pul biber + kırmızı toz biber

İlk önce içi hazırladım ve soğuttum. Zeytinyağda soğanları iyice pişirdim. Biberleri de ekledim ve püre haline getirdiğim patateslerle iyice karıştırarak bir süre daha pişirdim. İçi soğumaya bıraktım.
Hamuru için un ve tuzu iyice karıştırdım ve ortasını açarak yavaş yavaş ılık su ilave ettim. Kenarlardan unları alıp suyla karıştırarak yavaş yavaş hamurumu elde etmeye başladım. Hamurun mantı hamurundan biraz daha sert bir hamur olması lazım. Kulak memesi kıvamından biraz daha sert olmalı yani. Sertlik ve tuzluluk oranı iyi ayarlanınca başarılı oluyor çünkü tarif.
Hamuru eşit 5-6 parçaya ayırdım, top haline getirdim. Üstlerine nemli bir bez örterek 15-20 dakika kadar beklettim. Daha sonra her bir topu oklavayla iyice açarak 2mm. kalınlığında ince bir hamur elde ettim. Bir bardak yardımıyla yuvarlaklar kestim (konserve kapağı da kullanabilirsiniz ).
Daha sonra bu yuvarlakları tek tek avucumun içine alarak, her birine bir tatlı kaşığı patatesli iç koydum ve özel haluj kapama şekliyle kapattım. Genellikle bu kapama şekli ilk başta çok korkutuyor denemek isteyenleri ama hiç çekinmeyin. Gerçekten biraz alıştıktan sonra hem çok kolay, hem de çok eğlenceli gelecek size.
Haluju kapatmak: Hamurun içine, patatesli içten koyduktan sonra en alttan başlayarak, sol tarafı sağ tarafa ve içeri doğru, sonra, sağ tarafı solun üzerine içeri doğru olmak şartıyla pile yapar gibi kapattım. Sol sağın altına, sağ solun üstüne içeriye doğru kapatabilirsiniz yani. Ama "ben uğraşamam" derseniz, herhangi bir şekilde kapatabilirsiniz halujunuzu. Yalnız, çok iyi kapattığınıza emin olun yoksa pişerken patatesler hamurun içinden çıkabilir.
Kapadığım her haluju havlu kağıt serilmiş bir tepsi üzerine teker teker ve birbirlerine değmeyecek bir şekilde yerleştirdim. Büyük bir tencerede su kaynattım. İçine fazladan tuz koymadım çünkü hamurlar zaten tuzlu. Su iyice kaynayıp, fokurdamaya başladıktan sonra tek tek halujları attım kaynayan suya. Hepsini attıktan sonra yaklaşık 8 dk. kadar pişirdim ve bir süzgeç yardımıyla eşit oranlarda tabaklara paylaştırdım. Üzerine kızdırdığım biberli yağdan dökerek ve sarımsaklı yoğurtla servis yaptım. Dilerseniz sarımsaklı yoğurdu halujların üstüne döküp, yağı ekleyebilirsiniz klasik mantı servisinde yaptığımız gibi.
Evdekiler parmaklarını yedi arkadaşlar. Ben "dünyanın en güzel lezzetlerinden biri bu!" dediğimi hatırlıyorum. Hamurun dişe gelen kıvamı, patatesin lezzeti, tereyağlı sosun halujlarla bütünlüğü...Hepsi, herşey harikaydı. Şiddetle tavsiye ederim. Emin olun bir daha mantı kriziniz tutmayacak. Artık sadece "haluj" krizleri bekliyor beni:)

                                      

28 Mart 2010 Pazar

DİYET KURABİYESİ AMA ÇOK LEZZETLİ ÇOOOK...



Aslında sevmem böyle kategorize etmeyi "rejim kurabiyesi", "diyet ekmeği" vs. şeklinde. Çok da uğraşmadım illaki  rejime uygun olsun diye ama hafif olması için birazcık kasmadım değil:) Tam buğday unu kullandım, zira artık hamur işlerinde özellikle kek, kurabiye gibi tariflerde, eğer çok klasik bir tarif değilse yani beyaz unsuz olmazsa olmaz bir tarif değilse, mutlaka tam buğday unu kullanmaya çalışıyorum. Tarif yeni değil, geçen gün yaptığım havuçlu kek ve havuçlu kurabiyelerin tarifi ama içinde havuç yerine kayınvalidem Serpilciğimin yaptığı portakal reçelinden parçalar var. Size ortaya çıkan portakal kokulu, portakal lezzetli harika tadı anlatamam. Uydurma diyeceğim ama uydurma gibi olmadı ki bu kurabiye. O zaman vermiştim tarifini. Üşenmeyeceğim, yine paylaşacağım sizlerle.
*2 çorba kaşığı kadar veya dilediğiniz ölçüde portakal reçeli parçaları (kabuklu portakal reçelinin kabuklarını ufak zar şeklinde doğradım.)
*1/2 bardak sıvıyağ
*1/2 bardak şeker (önceki tarifte 3/4 bardaktı ama portakal reçeli parçaları olduğu için bu tarifteki şeker miktarını azalttım.)
*1 çırpılmış yumurta

                                               **1,5 bardak tam buğday unu
                                               **1/4 bardak soya unu(eğer yoksa koyduğunuz un miktarını bu ölçüde  arttırın)          
                                               **1 paket şekerli vanilin
                                               **1 paket kabartma tozu
                                               **1 tatlı kaşığı tarçın
                                               **1 tutam tuz
not: Bu tarifte, havuçlu kurabiyelerdeki yulaflı bisküviyi kullanmadım.
İlk grupraki(*) malzemeleri ve ikinci gruptaki (**) malzemeleri karıştırdım ve daha sonra katı olanları sıvı olanlara eklemek suretiyle birleştirdim. Havuçlu kurabiyelerde havuçlar ve içlerindeki su nedeniyle daha sıvı olan ve kaşıkla tepsiye konabilen kıvamdaki karışım, bu tarifte havuçlar olmadığı için daha sert bir kıvamda oldu. Bu da benim için çok daha iyi oldu çünkü elle yoğurulabilen daha sert bir kurabiye hamuru elde ettim. Elime biraz un aldım ve ceviz büyüklüğünde parçaları top gibi yuvarladıktan sonra bir avucuma bastırıp, diğer elimle iyice yassı hale getirmek suretiyle şekil verdim ama tabi siz dilediğiniz şekilde hazırlayabilirsiniz.
Kalıpla da şekil verebilirdim aslında ama özellikle bu tam buğday unlu, doğal tariflerde daha sade ve "ev yapımı" bir görünüm için elimle şekil vermeyi tercih ettim. Üstlerine de pudra şekeri septim. Eğer hamuru ince tutarsanız daha kıtır kıtır bir kurabiye elde edersiniz ki bu şekilde çok lezzetli oluyor gerçekten. Eh o halde, "afiyet olsun, denerseniz haberim olsun, paylaşmak güzeldir" diyorum:)

26 Mart 2010 Cuma

PAYLAŞALIM MI ARKADAŞLAR?

Arkadaşlar, dostlar, bu site bir şekilde karşılarına çıkmış olan yürekler,
Tuvaleti olmayan okullar için gerekli malzemeleri temin eden ve bu konuda ciddi bir çalışma yürüten gönüllülere ulaşan okulumuza tuvalet adında bir site var.
Sizlerden ricam ve bu konuyu blog sayfalarına taşıyan arkadaşlarımın ricası, mümkün olduğunca bu bağlantıyı paylaşalım ve duyurmaya çalışalım. Alttaki yazı, durumun ciddiyetini gözler önüne seriyor.


BETÜL FİGEN ÇELİK ÖĞRETMENİN MEKTUBU
"2,Erzurum Karayazı ilçesinin 8 km uzağındaki Karaağıl köyünde Karaağıl İlköğretim Okulunda çalışmakta olan 1-A sınıf öğretmeniyim.göreve başlayalı henüz 5 ay oldu.Bu ilköğretim okulunda bir çok öğrenci bulunmakta.1.sınıf öğrencilerim benden tuvalet için izin istediklerinde o tenekeden yapılmış derme çatma kulübeye gidiyorlar su olmayan bu tuvalet bozmasında keskin bi koku olmasına rağmen burayı kullanmak zorundalar.üstelik biz öğretmenler için de durum böyle.öğrencilerimin ellerinde çok fazla siğil var.ellerini yıkayacak bir ortam olmadığından da bu virüs hastalığı öğrenciden öğrenciye bulaşıyor.okuluma tuvalet yapılmasını isterken onlara temiz olma alışkanlığı kazandıracağıma da söz veriyorum.gereğinin yapılmasını arz ediyorum."


Resimdeki tuvaletlere bakar mısınız? Elimizden bir şey gelmiyorsa eğer en azından yardım edebilecek gönüllülere ulaşmak için mümkün olduğunca bu bağlantıyı paylaşalım. Tariflerini yayınladığımız lezzetler, rengarenk pastalar, tatlılar ne yazık ki bu haberde konu edilen çocuklardan çok çok uzak...Ama biraz olsun yakınlaşabiliriz, biraz olsun çabalayabiliriz. Şimdiden teşekkürler...

O ÇİLEKLER, PRENSES OLDU, PRENSES!

Önceki kayıttaki çilekler vardı ya? Bir kısmı yendi tabi ama birazıyla da dedim ki allı duvaklı bir gelin mi yapsam yoksa beyaz tenli bir prenses mi? Düşündüm, düşündüm...
Klasik kek tarifimle bir pandispanya yaptım. İçine de "yemekgünlüğüm"de görüp çok beğendiğim bir krema tarifini uyguladım.Aralarına da çilekleri doğrayıp koydum mu? Doğrarken de bir çilek kokusu sardı mı mutfağı?
Her şey bitince, aldım prensesi bir süsledim ki; beyazlar koydum üstüne, ekose şekiller bile yaptım. "Yenecek bitecek nasılsa" demedim; Süsledim, püsledim... Afiyet olsun:)

PASTA PRENSES
Pandispanya için:
3 yumurta
1,5 su bardağı şeker
1 su bardağı süt
1/2 su bardağı sıvıyağ
3 su bardağı un
 1 paket kabartma tozu
                                               1 paket şekerli vanilin
Pasta Kreması için:
1 yumurta (çırpılmış)
1 tatlı kaşığı margarin (bazı tariflere eklemiyorum, bazen tereyağ koyuyorum, tarifte 50 gr. olarak belirtilmiş.)
2 su bardağı süt (light kullandım)
3 çorba kaşığı un
1/2 su bardağı şeker
1 paket şekerli vanilin (tarifte 2 adet olarak belirtilmiş, ben 1 adet kullandım.)
Pandispanya için, önce yumurta ve şekeri çok aşırı olmamak kaydıyla çırptım ve diğer malzemelerle karıştırdım. Yağlı kağıt koyduğum yuvarlak kek kalıbına bu karışımı döktüm ve 180 derece fırında kürdan testi başarılı sonuçlanana kadar pişirdim. Krema için de tereyağ ve vanilya hariç tüm malzemelerini karıştırdıktan sonra ateşe koydum ve üzeri göz göz olduktan sonra tereyağı ve vanilyayı ekledim. Karıştırıp, soğumaya bıraktım.
Pandispanyayı soğuduktan sonra keskin bir bıçakla yatay olarak ikiye kestim. Altta kalacak kekin üzerine kremanın yarısını yaydıktan sonra, doğradığım çilekleri tek sıra olarak yerleştirdim. Diğer parça keki ters çevirdim ve kalan kremayı da onun üzerine yaydım. Tekrar ters çevirerek alttaki kekin üzerine (çileklerin üstüne) yerleştirdim. Birazcık bastırdım ve soğuduktan sonra üstüne pudra şekeri serptim. Oldu mu size bir prenses?:)

24 Mart 2010 Çarşamba

TOHUMU DIŞARIDA, YEŞİL BAŞLIKLI AL MEYVE...

Acaba ben neyim neyim? Bir Çilek'im...
Dün Serpilcim uğradı bize. Gökhan'ın anneciği, benim tatlı kayınvalideciğim. Biraz korkmuş çilek alırken, hormonlu olur, ilaçlı olur, GDO filan derken meyve bile alamaz olduk ya... Ama kokusu çok güzelmiş,güzel de görünüyormuş, bir torba çilek misafir oldu mutfağıma. Bu vesileyle yazdım yazdım çilek yazdım...Bir kaç ilginç özellik de buldum çilek hakkında. Paylaşayım mı?

  • Çilek, tohumları dış kısmında bulunan tek meyve türüdür.
  • Bir çileğin ortalama 200 tohumu bulunur.
  • Antik roma döneminde çileğin, melankoli, bayılma nöbetleri, ateş, boğaz enfeksiyonları, böbrek taşları, ağız kokusu ve kan hastalıklarına iyi geldiği düşünülürdü.
  • Napolyon döneminde önemli bir figür olan Madame Tallien taze çilek suyu içerisinde banyo yapmasıyla ünlüydü.
  • Çilek, baharda olgunlaşan ilk meyvedir.
  • Belçika’da yalnızca çilekle ilgili bir müze mevcuttur.
  • Çilek aslında “gülgiller” ailesine mensuptur.                                                       
  • Çilek çok az kalori içerir, bir bardak tatlandırılmamış çilek 55 kalori içermektedir. Ayrıca, C vitamini, folik asit, lif ve potasyum yönünden zengindir.
  • Ortaçağ döneminde çilek, barış ve zenginlik için düzenlenen özel durumlarda servis edilirdi.
  • Batıda bazı folklorik inanışlara göre, çileğin iki yarısını paylaşan bir çift, kısa süre sonra birbirlerine aşık olurlar.
  • Fransa’da çileğin afrodizyak bir etkiye sahip olduğuna inanılırdı hatta yeni evlilere çilekle hazırlanan bir çorba ikram edilirdi.
İşte böyle dostlar...bu kadar ilginç bilginin ardından buyrun bunlar da kayınvalidemin getirdiği çilekler. Güzellikleri aklımı başımdan aldı, kokuları beni benden aldı, küveti doldurup çilek suyuna atlayasım var!

23 Mart 2010 Salı

PATATES BÖREĞİ VAR Bİ DE, SÜPER Bİ ŞEY!

Süper tabi ya... Patatesli börek değil, "patates böreği"...Ufak bir fark var arada...
Sağlıklı mı? Nispeten evet... Patatesleri kızartmam, kızartmicam:) İçine tereyağ, margarin de koymam... Yine de öyle lezzetli olur ki, bir de hafiflik taşır yanında, akşam yemeği için ideal...Yanına da yoğurt olur tabi; İster sade, ister sarımsaklı...

3 adet orta boy patates (çok küçük ve ince küp şeklinde doğranmış)
7-8 çorba kaşığı un
3 yumurta (çırpılmış)
1,5 su bardağı un
2 çorba kaşığı rende kaşar (taze kullandım)
1/2 bardak sıvı yağ
1 tatlı kaşığı sarımsak tozu
                                             taze çekilmiş karabiber
                                            1 tatlı kaşığı tuz
                                            1 paket kabartma tozu

Patatesler haricindeki tüm malzemeyi karıştırdım ve doğradığım patateslere ekledim. Yağlanmış bir fırın kalıbına bu karışımı döktüm. Üstüne de susam serptim... 180 derece fırında üzeri iyice kızarana kadar ve kürdan testini geçene kadar pişirdim.
Kürdan testi çok önemli sevgili cadı kardeşlerim; Hele böyle kek karışımlı tariflerde... E hadi afiyet olsun:)

22 Mart 2010 Pazartesi

YAPRAK SARMA CENNETİNDE, DÖRT KÖŞE BİR CADI

Öyleyim vallahi...Sevinçten dört köşe bir halde koşturacağım şimdi evin içinde. Kediler de anladı bendeki değişikliği..."Dolmadan önce anne" ve "dolmadan sonra anne" şeklinde kedi hissiyatına uygun değerlendiriyorlar şimdi beni...
Benim bu dünyada en çok, evet evet, en çok sevdiğim lezzet "Zeytinyağlı Yaprak Dolması" mucizesi...Dünyanın en özgün, en harika, en mükemmel, en lezzetli yemeğidir bence kendileri.
Bu yaşımda süper ötesi zeytinyağlı yaprak dolma yapmamın ve bir nebzecik mütevazı olmayışımın nedenlerinin birincisi genetik kodlarımı borçlu olduğum rahmetli anneannem "Edremitli" Yıldız Bingöllü, ikincisi ise çerkez kızı kayınvalidem Serpilciğimin tarifini uyguluyor olmamdır.
Tarifi vereyim mi?
Ama biraz cesaret ister bu tarif; zira şekeri, yeşillikleri, baharatı boldur, şaşırtmasın sizi sonra...

3 su bardağı pirinç (dolma için ideali Osmancık pirinci derler ama ben Baldo kullandım)
2 adet orta boy soğan
1/4 bardak kuş üzümü
1/4 bardak dolmalık fıstık
yarımşar demet maydanoz ve dereotu
biraz taze nane (nane zevkinize göre elinizle koparıverin)
2 tatlı kaşığı yenibahar (dolma baharı)
1 çay kaşığı tarçın
2-3 çorba kaşığı toz şeker (işte bu konu genellikle şöyle bir durduyor konuştuğum herkesi. Deneyenden söylemesi, lezzet harika oluyorsa hiç çekinmeyin...)
2 tatlı kaşığı kadar tuz (zevkinize göre ayarlayın)
kuru nane
zeytinyağı
1 adet limon
3,5-4 su bardağı sıcak su
500 gr salamura asma yaprağı
İlk önce yaprakları hazırladım. eğer biber dolması yapacaksanız dolmalık bibere, diğer çeşitler için karalahana veya lahanaya aynı içi kullanabilirsiniz. Asma yaprağı tazeyse bir miktar suda haşlamak gerekiyor ama ben salamura kullandım. Buna rağmen, önce bir kaç kez suyunu değiştirerek yarım saat kadar suda beklettim, sonra da 3-4 dakika kadar haşladım. İki elimle iyice suyunu süzdüm ve içi yerleştirmeye hazır hale getirdim.
Dolmanın içi için, öncelikle fıstıkları zeytinyağında kavurdum. Hafif kahverengi hale gelmeye başlayınca soğanları ekledim. Önce yüksek ateşte biraz kavurdum, sonra kısık ateşte üstünü kapayarak bir kaç dakika pişirdim. İyice yıkayıp, yarım saat suda beklettiğim pirinçleri de ekledim. Ardından kalan baharatları attım içine. 2 su bardağı suyu da ekledim, kağını kapattım ve pilav pişirir gibi suyunu çekene kadar pişirdim. Kapağını açar açmaz dereotu, nane ve maydanozu ekledim ve karıştırdım. Dolma içi artık hazır hale geldi.
Asma yapraklarına tek tek hazırladığım içten koydum. Önce kenarları kapadım, sonra da ince ve sıkı bir şekilde sarmaya gayret ettim. Yalnız çok da sıkı sarmayın, çünkü piştiği zaman zaten şişecekler.
Tencereye yerleştirmeden önce bir kaç asma yaprağı ile tencerenin dibini kaplamayı unutmayın yoksa dolmalarınız yanar.
Tüm dolmaları sardıktan sonra üzerlerine, kalan 1,5-2 bardak sıcak suyu, 1 limonun suyunu, göz kararı biraz tuz ve şekeri karıştırarak ekledim ve üzerine bir tabağı ters çevirerek kapadım. Kapağı da kapattım ve kısık ateşte pişmeye bıraktım.
Burada bana kızacaksınız çünkü ne kadar süre pişirdiğimi inanın bilemiyorum. Ben dolmanın kokusuna göre pişip pişmediğini anlıyorum. Hatta en alttakileri çok hafif yanık sevdiğim için burnuma çok hafif bir yanık kokusu gelince kapatıveriyorum ateşin altını. Bence siz bu tarifi uygularken mutlaka kısık ateşte pişirin ve 20 dakika sonra suyunu çekmiş mi diye bir kontrol edin.
Pişen dolmaları bir maşa yardımıyla tabaklara alın ve iyice soğuduktan sonra limon dilimleriyle süsleyerek (isterseniz) servis yapın...
Cadı, bir an evvel soğumaları için dua ediyor, büyü filan yapacak şimdi çabuk soğusunlar diye...Hadi afiyet olsun, Edremetli Yıldız Bingöllü'nün ruhu şad olsun...

21 Mart 2010 Pazar

PEYNİRLİ BÖREK VE AVOKADO SALATASI

Geçen gün "mutfaktazen"de Tijen harika bir börek tarifi vermişti. Ben de en lezzetli ve kolay börek sosunun zeytinyağı ve sudan oluştuğuna dair yorum yazmıştım. Bugün bu böreği de yapınca, afiyetle de yeyince tekrar karar verdim ki hafif zeytinyağı ve suyla hazırlanan börekten daha hafif, daha çıtır ve daha lezzetli bir börek yok.

Mutfak robotuma yaptırdım bugün bütün işi. 1/4 kalıp taze kaşar peyniri ve 1/4 kalıp sert beyaz peyniri biraz maydanoz ve dereotuyla birlikte, biraz da çerkez acısıyla, tuz ve karabiberle robotumda çektim. Üçgen kestiğim bir yufkanın üzerine fırçayla su sürdüm ve bir yufka daha koydum üzerine. Ona da su sürdükten sonra peynir karışımından ekledim biraz. Sigara böreğinden biraz daha kalın bir şekilde sardım. Üzerine tekrar su ve son olarak da zeytinyağı sürdüm. Bugün pişirmek üzere kendimize 4 adet ayırdım ve kalanlarını buzdolabı poşetine koyarak doğru buzluğa gönderdim, peynirli börek krizlerinde alıp pişirmek üzere...
Pişireceğiniz zaman üzerine yumurta sarısı sürdükten sonra çörekotu ve susamla süsleyebilirsiniz. 180 derece fırında börekler kızarıncaya kadar pişirin. Lezzeti, hafifliği inanılmaz, görüntüsü baştan çıkarıcı...
Avokado Salatası her zamanki gibi tamamen hayal dünyamdan çıkma. Ama Gökhan "hayatımda yediğim en güzel salata bu" dediğine göre iyi ki de çıkmış. Bir adet kıvırcık salatayı temizleyip sirkeli suda beklettikten sonra iki ayrı tabağa paylaştıracak şekilde doğradım. Üstüne 5-6 kornişon turşuyu dilimledim ve biraz tatlı mısır ilave ettim. Geçen gün aldığım arpacık soğanları da değerlendirdim ve ince ince doğrayarak salatanın üzerine yerleştirdim.

Bu arada 1 adet avokadoyu elma dilimi şeklinde kestikten sonra 1 limonun suyu, 2 çorba kaşığı zeytinyağı, 2 diş sarımsak ve biraz taze nane karışımında 1-2 saat kadar beklettim.
Gelelim salatanın sosuna. Hani daha önce anlattığım ve her fırsatta övdüğüm Carrefour'un özel hardalları vardı ya? İşte bu salatanın vazgeçilmez lezzetini onlardan biri olan "Moutarde a la Provançale"a borçluyum. 1 tatlı kaşığı kadar hardalı 5 çorba kaşığı yoğurt ve 2 çorba kaşığı mayonezle karıştırdım. Biraz sıcak su ekledim. Tuz ve karabiberi de ekledikten sonra iyice karıştırdığım sosu salatamın üzerine döktüm. En üste de sosta beklettiğim avokadoları yerleştirdim. Tabi taze kaşar peyniri rendesi de olmazsa olmazı. Afiyet olsun, denerseniz haberim olsun:)

20 Mart 2010 Cumartesi

MİNİ MİNİ HAVUÇLU KEKLER, ha bi de kurabiyeler....


Kendimden geçmekteyim. Kendimden geçmekteyim çünkü mutfağımın ortasında bir masal dünyası var. Rengarenk mini kek kalıpları içinde başını uzatmış bana göz kırpan mini mini havuçlu kekler var. Hem de yine tam buğday unu mucizeli! Ama böyle olmaz ki... Eskiden ne güzel "bu tam buğday unuyla hiç bir şey beceremiyorum!" deyip duruyordum. Ama artık cadı da öğrendi, e biraz da lezzetine alıştı.
Aynı hamurdan bir tepsi mini mini havuçlu kek, bir tepsi de havuçlu kurabiye çıkar mı? Çıkar...
Bakın oldu da pişti bile...
1 su bardağı kadar rende havucu bir kapta 1 çorba kaşığı tereyağı ile 10 dk kadar pişirdim. Biraz da sıcak su ekledim. Yarım bardak sıvıyağ, 3/4 bardak şeker, pişen havuçlar ve 1 yumurtayı karıştırdım. Bir başka kapta 1+ 1/2 bardak tam buğday unu, 1/4 bardak soya unu, 1 paket şekerli vanilin, 1 paket kabartma tozu, 1 tatlı kaşığı tarçın, 1 tutam tuz ve5 adet Eti Burçak Yulaflıyı (robotta çekilmiş) da karıştırdım. Bu karışımı, sıvı karışıma ekledim ve 2 tatlı kaşığı kadar limon suyu ekledim. Karışım, kullanacağınız kalıba göre kek veya kurabiye haline gelebiliyor. Cadının mutfağında büyü var çünkü:) Geçen gün fotoğrafını yayınladığım, anneciğimin aldığı mini silikon kaplara parmağımı hafifçe ıslatarak ve bastırarak karışımdan yerleştirdim. Yaklaşık 180 derece fırında kürdan testi başarılı sonuçlanana kadar pişirdim. Karışımın artan yarısını da kaşıkla yağlı kağıt üzerine nispeten ince bir katman halinde parça parça koydum ve biraz daha fazla pişirerek bundan da havuçlu kurabiyeler elde ettim.
Daha fazla söze gerek yok kiiiiiii.........

KARİDESLİ LINGUINE BENİ BENDEN ALDİİİ....

Hepsi Tyler'ın suçu. Gece yarısı, hatta sabaha karşı Home Tv açılıp da Tyler'ın yine harikalar yaratışı izlenmeseydi, böyle çileden çıkılıp linguini minguini tutturulmayacaktı...
Ne zaman İtalya'ya gidip, karidesli linguini lezzetini keşfettim, o zamandan beri ben insan değilim sanki, başka bir şeyim. Deniz böcüklü makarna beni benden alıyor. Vejeteryan olmaya kalktığım her dönemde bir bu karides olayı döndürüyor beni davamdan, bir de lahmacun...Ne de alakalılar ya:)
Bugün lafı çok uzatmayacağım çünkü fotoğraf kendini anlatıyor. Hatta yemeğin ismi bile yetiyor zihinde deniz böceklerinin uçuşmasına...

Home Tv'de izledikten sonra direk www.foodnetwork.com ziyaret edildi cadı tarafından ve Tyler Florence'ın muhteşem tarifi Amerikalardan geldi bizim Kadıköy'deki mutfağa...

1 paket linguini  (spagetti kullandım) - (Barilla kullandım, her zamanki gibi)
4 çorba kaşığı tereyağ
4 çorba kaşığı zeytinyağ (bu oranlar çok geldi bana, yağlı yemek sevmiyorum çok, yarıya indirdim yağ oranlarını hatta 1 çorba kaşığı tereyağ, 2 çorba kaşığı zeytinyağı kullandım toplamda)
3 adet arpacık soğanı (tarifte 2 adet diyor)
3 diş sarımsak (bunu da fazlalaştırdım biraz)
1/2 kg karides (400 gr kullandım)
kırmızı pul biber (opsiyonel)
1/2 bardak beyaz şarap
1 limonun suyu
10-12 dal maydanoz
Makarnayı "Al Dente" kıvamı olması için önerilen pişirme süresinden 1 dk önce alıp süzdüm. İyi bir İtalyan tarifi için 100 gr. makarna için 1lt. su ve 1 tatlı kaşığı tuz öneriliyor. Ayrıca Barilla gibi makarnaları süzdükten sonra sudan geçirmemeliyiz. Onun yerine hafif sulu bırakarak hemen sosla karıştırmalıyız.
Bu sırada, bir miktar tereyağı ve zeytinyağında incecik doğranmış arpacık soğanları ve sarımsakları pişirdim. Kırmızı pul biber, tuz ve karabiber ekledikten sonra karidesleri ekledim ve yaklaşık 6 dk kadar birlikte pişirdim. Piştikten sonra karidesleri başka bir tabağa aldım ve aynı tavaya beyaz şarap, biraz tereyağı ve zeytinyağı ilave ettikten sonra 1/2 kepçe kadar makarnanın suyundan ilave ettim. Bu ilave, sosumuza biraz nişastalı bir doku katıyor. 1 limonun suyunu da ekledikten sonra maydanozları kattım içerisine ve sos bir süre kaynadıktan sonra karidesleri ilave ettim. Sonra da süzdüğüm makarnanın içerisine sosu boşalltım ve karıştırdım. İtalyanlar genellikle karidesli makarnayla permesan peyniri tavsiye etmiyorlar ama tercih sizin. Ben çok sevdiğim için biraz ekledim.
"Tyler aşkolsun", demek istiyorum şu anda ama onun sayesinde güzel, hatta büyülü, hatta mükemmel bir akşam yemeğinin tadı çıkarıldı cadı evinde...Size de tavsiye ederim...

http://www.foodnetwork.com/recipes/tyler-florence/shrimp-scampi-with-linguini-recipe/index.html

18 Mart 2010 Perşembe

ALIŞVERİŞ ÖNCESİ CADI YEMEĞİ



Bu akşam geç saatte alışverişe çıkmamız gerekiyordu ve açıkçası yine dışarıda yemek istemedim. Bu aralar bir koşturma gidiyor zaten, daha öğlen Burger King krizi tuttu cadıyla kocasının, bari daha fazla abartmasınlar diyerek kadın kısmısı güzel bir salata ve soğan halkalarıyla taçlandırdı bu akşamı...
Uzun zamandır aradığım bir şeydi, iyi ve kolay bir "onion rings"* tarifi. Nedense her tarifte hoşuma giden şeylerin yanında bir sürü de sağlıksız detay var. Örneğin soğan halkası denilince akla ilk gelen şey cıvık cıvık yağın içerisinde fokur fokur kızarması. Ama hayııııırrrr... O kadar yağı bünyeme sokmayacağım ben. Bu akşam da bu isyanıma uygun olarak, bir kaç tarifi birleştirdim, bir şeyler eksilttim, çıkarttım ve kendi tarifimi bulmuş oldum. Soğan halkalarını batırdığım bulamaç tarifini southernfood.about.com adresinden aldım ama içine ayrıca sarımsak tozu ve taze çekilmiş karabiber ekledim. 


*SOĞAN HALKALARI


1/2 bardak un
1 çay kaşığı tuz
1 çay kaşığı karabiber
1/2 paket kabartma tozu
1 iyice çırpılmış yumurta
1/2 bardak süt (light kullandım)
sarımsak tozu


bir çay tabağına biraz un
 "     "      "           "     galeta unu
Soğan halkalarını yapmak için 1 adet soğanı halka halka olacak şekilde doğradım. Kırılmamasına dikkat ederek halkaları çıkardım. Önce una buladım, sonra yukarıdaki tarifteki bulamaca, ardından da galeta ununa. Bütün bu işlemleri elinizle değil, çatalla yapmanızı tavsiye ederim zira elinize bulaşan un, bulamaç ve galeta unu işinizi zorlaştıracaktır.
Dilerseniz kızartabilirsiniz soğanlarınızı ama ben fırın ızgarasının üzerine dizdim, üstlerine ayçiçek yağı püskürttüm (hazır sprey yağ kullanabilirsiniz, veya temiz bir sprey şişesi içerisinde yağınızı hazırlayabilirsiniz). Sonra da yaklaşık 170 derecelik, önceden ısıtılmış fırında güzelce altın rengi olana kadar pişirdim. Kızartmaya ne gerek var değil mi? Öyle hafif oluyor ki böyle, vazgeçemezsiniz, cadıdan söylemesi...
Günün en harika yemeği ise tamamen kendi keşfim olan "Avokadolu Cadı Bahçesi" idi. Yazıyı sizle paylaşırken bile tadı hala damağımda. Buyrunuz:






AVOKADOLU CADI BAHÇESİ

1 haşlanmış patates
1 avokado (aldığınızda sertse bir kaç gün oda sıcaklığında bekletirseniz kıvamını bulacaktır. Hafif yumuşadığında kullanabilirsiniz.)
5-6 dal maydanoz
1/2 soğan -karamelize edilmiş- (soğan halkalarından artan yarım soğanı değerlendirmek için ekledim ama harika oldu:)
2 çorba kaşığı tatlı mısır
2 tatlı kaşığı susam (kavrulmuş)
1 çay kaşığı kimyon


sosu için:
1/2 çay bardağı zeytinyağı
1 limon
2 diş sarımsak (ezilmiş veya dövülmüş)
2 tatlı kaşığı bal
tuz
Carrefour -Selection Moutarde au Basilic (bu harika aromalı hardalı Carrefour'da bulabilirsiniz. Ayrıca "a la Provençale" hardalı da patates salatalarına ve etlere çok yakışıyor. Yeşil olan yani benim bu salatada kullandığım fesleğenli çeşidi.
Malzemeleri siz zevkinize göre değiştirip, farklı tatlar yakalayabilirsiniz. Örneğin normal hardal kullanabilirsiniz. Tatlı bir aroma istemezseniz bal kullanmayabilirsiniz. Yoğurtlu bir sos yapabilirsiniz. Bu tarif inanılmaz oldu ama, onu da belirteyim...
Patatesi ve avokadoyu zar şeklinde doğradıktan sonra, tüm malzemelerini karıştırarak hazırladığım sosta yarım saat kadar beklettim. Daha sonra üzerine karamelize edilmiş soğanları koydum. En son da susam ve kimyonla süsledim. Kimyonu direk olarak sosun içine katabilirsiniz.
Alışveriş öncesi bir yemek macerası da böylelikle midemizde son bulmuş oldu. Ama nefisti, ama lezizdi, ama hafifti ve çoook eğlenceliydi. Gökhan bayıldı, ben bayıldım, hemen de paylaştım. Afiyet olsun:)
****GÜNÜN SÜRPRİZİ: Bu gün yüzümü güldüren detaylardan biri annemin hediye olarak aldığı bu rengarenk silikon mini tart kalıplarıydı...



14 Mart 2010 Pazar

Yemekte Miyiz?

Bilmem ben mi yanlış hatırlıyorum, bize daha küçücük bir çocukken, ailecek yemek yemenin güzelliği, kutsallığı, "yemek" kavramının tek başına belli bir saygı çerçevesi içerisinde ele alınması gerektiği, yemek yerken ağız şapırdatmanın, bağırarak konuşmanın, kavga etmenin doğru olmayacağı ve temel olarak "yemek yemenin" kutsallığı öğretilmişti.

Yine bizim kültürümüze ve yine bizim geleneklerimize özgü olarak "yemeği yapan" kişinin emeğine saygı duyulması gerektiği, olağanüstü lezzetli bir yemek olmasa dahi yapan kişiye teşekkür etmek ve "eline sağlık" dilekleri sunmak gerekliliği, en azından ben kendimi bildim bileli söylenir durur.

Yine aynı kültürün ve aynı geleneklere sahip çıkan toplumun, şimdi ekran karşısında meyve soyarak veya 'çekirdek çitleyerek' "yaratılmış", "senaryolaştırılmış", "yapılmış" muhabbetlerle süslenmiş sahte yemek kavgalarıyla dolu, yemeği aşağılama aracı olarak kullanan, kavga malzemesi yapan programları izlemesi, izlemekten öte hayatının önemli bir kısmını bu programları izleyerek, tartışarak geçirmesi nasıl bir çelişkidir? Bu konu bir tek beni mi rahatsız ediyor onu da bilmiyorum. Ama "yemeğe", "yemek yapana" saygısızlık, özellikle "yemeğe" bu kadar saygı duyan bir toplumda nasıl bu kadar alışılagelinir  bir davranış haline geldi onu anlamak mümkün değil.

Hangi program, hangi kanalda inanın bilmiyorum. Çok da bilmek istemiyorum. Bir kaç kere rastladım ve izledim. Hayır, meyve soyarak ya da çekirdek yiyerek değil. Yüzümde ekşi bir ifadeyle, hayatım boyunca yemeğin kutsallığına dair bana öğretilenleri sorgulayarak izledim.

Saygıdeğer sayılabilecek bir ev hanımı, cinsel tercihi konusunda kararsız kalmış gibi görünen bir beyefendi, daha alt kültüre ait, halktan bir hanım kız, bir adet bıyıklı iri yarı amca olayın kahramanları oluyor genelde.

Birbirlerine sundukları saygı sevgi ifadeleriyle, neredeyse sahtelikten kırılacak şekilde başlıyorlar, ev sahibinin yemeklerini tatmaya. Sonra yavaş yavaş eleştiriler başlıyor. Eleştiriler gittikçe sertleşiyor. Yapılan yemekler, harcanan onlarca malzemeyle hazırlanan, "nimet" diye öpüp başa konan bir sürü yiyecek yerden yere vurularak aşağılanıyor. Ve genellikle sonlara doğru "aç kaldık", "bu yemek yenmez" ifadeleriyle, ortada kalmış boynu bükük yemekler, sinirli ev sahibi portresi, egosunu tatmin etmiş yarışmacılar şeklinde kavga gürültü ayrılıyorlar mekandan. Ha tabi unutmadan, psikopatlık diz boyu olduğu için memlekette, bir de bütün bu kavganın üstüne "gecenin sürprizi" diye sunulan bir gösteri peydahlanıyor ortada. Ya Kafkas dansı, ya gitar ve vokal -ki genellikle vokal ev sahibi oluyor-, ya flamenko gösterisi.

"İzleme kardeşim sen de!" denir tabi bu kadar lafın ardından. İzlemek ya da izlememek değil mesele. Mesele; yemek kültürü konusunda kitaplara konu olan bir milletin, yemeği bu kadar aşağılayarak, yemek yapanı bu kadar hor görerek, medya maymunluğu etiketine sahip çıkıp, bağra bağıra ilan etmesi bu durumu. Ağrıma gitmez mi? Gider tabi, yemek yapmayı seven ve yemeğe değer veren biri olarak.

Haklarını yemeyeyim. Harika bir olay var bu programların bazılarında. Artan yemekleri sokak hayvanlarına vermek için bir poşete dolduruyorlar. Artık ne kadarı yerine ulaşıyor bilmiyorum ama bu kadar süslü karmaşa, bu kadar makyajlı medya maymunluğu, bu kadar rezalet içinde ufak da olsa bir teselli veriyor bana...

12 Mart 2010 Cuma

SUSAMLI ÇUBUKLAR



Arabada, evde, çekmecelerin birinde, dolapların köşesinde, illaki bulunur bir paket grissini ya da galeta mı desem...Ben ne zamandır tam tutacak, iyi bir tarif arıyordum, buldum sonunda. İş Bankası Yayınları'ndan çıkan, harika bir "Akdeniz Yemekleri" kitabım var, şu ana kadar tariflerde hiç hüsrana uğramadım. Bu hafif ve lezzetli ve hatta kolay grissini tarifleri de aynı kitaptan işte, tabi burnumu sokmadım değil; ufak bir kaç şey değiştirdim.

2 su bardağı beyaz un (elimde olmadığı için tam buğday unuyla deneyemedim, en kısa zamanda deneyip paylaşacağım.)
1 çay kaşığı tuz (ben 1 tatlı kaşığı ekledim, eğer az tuzlu istiyorsanız tarifteki gibi uygulayın.)
1 paket hazır instant maya (tarifte 7 gr. kuru maya olarak verilmiş)
2 yemek kaşığı susam
2 yemek kaşığı zeytinyağı
ayrıca tarife eklenmemiş "yeterli miktarda ılık su" olarak not düşülmüş yaklaşık 1 su bardağı su hamuru yoğurmak için gerekiyor.

Malzemeler elimin altındaydı. Un, maya, tuz ve susamları iyice karıştırdım, ortalarında çukur açtım ve zeytinyağı ile suyu yavaşça ekleyerek karıştırdım, yoğurmaya başladım. Ele yapışmayacak bir hamur elde ettikten sonra hamuru top haline getirdim, üzerine zeytinyağı sürdüm ve nemli bir bezle örtüp yaklaşık 1 saat bekledim. Bu süreç hamurun mayalanması ve tarifin tutması için çok önemli. Aman ha üşenip, "bekleyemeyeceğim" deyip de acele fırına vermeyin çubukları. Yaklaşık 1 saat kadar sonra hamur, iki katı büyüklüğe ulaştı. Maya mucizesi ayrı bir olay, insana yaşadığını hatırlatıyor, nefes alan bir canlı gibi sanki...

 Hamur kabardıktan sonra "ufak parçalar kopararak unlanmış bir yüzeyde ince çubuklar haline getirin" demiş kitapta ama ben elimle ileri geri hareket ettirerek ince çubuklar oluşturdum, daha kolay oldu sanki. Yağlı kağıt serilmiş fırın tepsisine dizdim susamlı çubukları. Önceden 200 dereceye kadar ısıttığım fırına verdim ve istediğim gevrekliğe ulaşıncaya kadar pişirdim. Piştiğini düşününce de alabilirsiniz fırından ama ben biraz kavruk seviyorum, o nedenle altın sarısından biraz daha kahverengiye doğru dönüşmelerini bekledim. Fırından aldıktan sonra 15-20 dk. kadar soğumaya bırakmanızı tavsiye ederim. Benimkilerin tadı harika oldu. Evimde, kendi ellerimle yaptığımı bilmek ayrı bir zevk, az yağlı, hafif bir atıştırmalık olduğunu bilmek ayrı güzel, sizinle paylaşmak ayrı harika...Hadi afiyet olsun...

6 Mart 2010 Cumartesi

ÇİKOLATA DENİZİNDE YÜZMEK İSTEYENLER



Tam da böyle bir gündü işte. Çikolata denizi olsa böyle uçsuz bucaksız, tepeden balıklama dalsam içine, zaten balıklama atlamayı bilmem ben, göbek üstü çakılırım, tam o anda da nasıl güzel sıçrar o çikolatalar bir düşünün. Cadılığım tuttu, mutfak çağırdı, gittim..

Düşündüm, düşündüm...

Öyle deliler gibi çikolata yemeyeyim şimdi bu saatte ama yine de çikolata olsun bir yerlerde. Canım sıcak bir şeyler de istiyor. Tariflerine bayıldığım bir kitabım var, "En Lezzetli Vejetaryen Yemekleri"... Açtım "içecekler" kısmını, bir de baktım harika bir sıcak çikolata tarifi. Cadı duramaz ekler, çıkarır, uydurur...Aynen öyle yaptım...

1 yemek kaşığı kakao
2 yemek kaşığı veya daha tatlı isterseniz daha fazla, şeker
2 fincan sıcak süt (Light kullandım. Daha önceden hazırlayın)
1/4 bardak su
şekerli vanilin (işte bunu ben kattım, normalde yoktu tarifte, süper de oldu kardeşim...)


Kakao, şeker ve vanilyayı iyice karıştırdım, daha sonra 1/4 oranında suyla hafif ateşte çırpmaya başladım. Hafif fokurdayınca mikrodalgada çabucak ısıttığım sütü de ekledim ve karıştırmaya hatta çırpmaya devam ederek kısık ateşte pişirdim. Mis gibi koktu tabi, hemen fincanlara aldım, üzerine de kakao serptim. Kitapta "yanında rom veya viskiyle servis edebilirsiniz" demiş. Süper olur herhalde ama uyumadan önce alkol sokmayalım bünyeye diye tercih etmedim ben.

Neyse sonuç şu ki, fotoğrafsız bir blog yazısı çıkmış oldu ortaya. Niye biliyor musunuz? Ruhunuz çikolata isterse ve sıcak kakaonuzu soğumadan içmek için tepiniyorsanız, bu bencil çikolata tutkusunun bir bedeli oluyor. Yazıyı yazmaya karar verdiğimde çoktan boş fincanın dibinde artmış kakaolar birikmiş ve mideler çikolata bayramı etmeye başlamıştı. Ne bir fotoğraf, ne bir anı, ne bir kanıt kaldı geriye...Ama tarifi paylaştım işte, kızmayın e mi?

blog not: Gökhan'ı daha önce sıcak çikolata içerken görmedim mi nedir, homur homur garip sesler çıkarıp mırıldanıyor yudumlarken kakaosunu, daha yeni tarlasını ekip evine dönmüş, beyaz sakallı, pipolu bir hobbit gibi :)

5 Mart 2010 Cuma

KEYİFTEN PATLAYAN TANELER...

 Hep bir geyik vardır hani "acaba insanlar mısır patlatma olayını nasıl keşfetti?" diye.                    Gerçekten de vardır. Patlamış mısır yenilen ortamlarda, "hamur humur" ağız şapırdatma seslerinin yanında "ya bak ne dicem", "de!", "acaba ilk patlamış mısır nası bulundu", "valla ha!nası bulundu acaba?"

Ve sonrasında yavaş yavaş çeşitli fikirler öne sürülür, kimi der ki ilk insan ateşe mısır taneleri attı, patladı, çok şaşırdılar. Kimi, "Güney Amerika dolaylarında yengemler oturuyo benim, onlar diyo, orda eskiden kıtlık neyin varmış, yemek bulamayınca insanlar mısır tanelerini pişirip yemek istemişler, patlayıvermiş, çok sevinmişler"...

İşin aslı nedir peki? Bir efsaneye göre, son derece sıcak bir yaz gününde mısır tarlalarındaki mısır taneleri aşırı sıcağa dayanamayarak patlamaya başlamışlar ve keşif de bu şekilde olmuş. Amerikan Kızılderili folklörüne göre ise her bir mısır tanesinin içerisinde yaşayan ruhlar taneler ısıtıldıkça evlerinin içindeki sıcağa dayanamayıp patlayarak dışarı çıkarlarmış. Efsaneler söylentilerden ilginç, sohbetler, tarihten ilginç... Amerika kıtasında yapılan kazılarda ortaya çıkan patlamış mısır tanelerine kadar gidiyor araştırmalar...

Tez yazmayalım biz konuyla ilgili, keyfini sürelim şimdi. Mısır patlatmanın en kolay yollarından biri tencere, kapak, ayçiçek yağı ve tuz dörtlüsünden geçer. Bunun yanında mısır patlatma makineleri, pazarda satılan, yandan mısır tanelerini koyup çıkartmaya yarayan kapağı olan, sallama kolu bulunan müthiş icat, ve tabi ki mikrodalga fırınlar.

Canım patlamış mısır istediğinde veya Gökhan "hadi ya gel patlamış mısır yiyelim" dediğinde ilk sorum "tatlı mı, tuzlu mu olsun?"dur. Çünkü her iki türüne de bayılıyoruz. O sırada hangini isterse midemiz ona göre hazırlıklarımızı yapıp patlatırız sarı taneleri...

Dün yine malum soruyu sordum: "Tatlı mı, tuzlu mu?". Bu sefer Gökhan'ın canı tatlı çekmiş olacak ki, "Ne zamandır yemedik, şekerli mısır yiyelim.." dedi.

Eskiden beri uyguladığım, kendi keşfettiğim bir şekerli mısır tarifim var. Ama açıkçası bir yerlerde yapılıyor mu, yapan var mı bilmiyorum. Genelde patlamış mısır tarifi aradığınız zaman, hep sade şekilde patlatılıp, şeker içine veya şurup içine konarak, sertleşmesi beklenen mısır tariflerine rastlıyorum. Bunlar hem aşırı derecede şekerli oluyor, hem de mısırın kendi tadını almak güçleşiyor o kadar yoğun şekerin içinde.

Dün de yine eski tariften şaşmadım. tencereye 2-3 yemek kaşığı ayçiçek yağı koydum ve iki kişi için yaklaşık 1 su bardağı mısır tanesi ekledim. Şeker detayı burada devreye giriyor. Yaklaşık 2-3 yemek kaşığı pudra şekerini tencereye ekledim ve iyice ısınana kadar telle çırpmaya başladım. Mutlaka çırpma teli kullanın eğer deneyecekseniz ve sakın normal şekeri bu yöntemle pişirmeyin çünkü karamelleşir ve yapışır kalır. İlk patlamaya kadar durmadan çırparak karıştırın. İlk patlama "yalnız kalmak istiyorum, kapıyı kapat!" uyarısıdır. Tanecikleri yalnız başlarına bırakın ki ruhları uçup gitmesin...Kapağını kapadığınız tencereyi ateşin üzerinde hafif hafif sallayabilirsiniz taneler hareket etsin diye... Ne zaman ki artık patlama sesi duymuyorsunuz, o zaman mısırlar da olmuş demektir. Geniş kaba aldığınız patlamış ruhları, pardon, mısırları damak tadınıza göre biraz daha pudra şekeri serperek tatlandırabilirsiniz. Afiyet olsun. Bu arada resimde arkadaki yaratığa dikkatinizi çekmek isterim. Bıdık Bey'in, fotoğrafının çekildiğini anlayıp, poz verdiği andır bu:)


Kaynaklar: http://whatscookingamerica.net/History/PopcornHistory.htm
                  http://en.wikipedia.org/wiki/Popcorn

4 Mart 2010 Perşembe

BAHARATLI CADI MUFFİNLERİ


                                                                                                                                                                                                 Kimimiz gece yarıları tatlı krizlerine girerken kimimiz tuzlu diye tutturuyoruz. Hele bir de elde tuzlulardan harika örnekler varsa ve ardından da mideye indirilecek tatlılar bulunuyorsa, önce tuzlu sonra tatlı bir ziyafet olur midelere... biri kilo mu dedi?
Duymayalım şimdilik:)
Aslında hala daha kesin bir temel muffin tarifim yok elimde, bazen nette araştırıyorum ve temel malzemelerin üzerine ne bulursam katarak istediğim lezzeti elde etmeye çalışıyorum. Bu cadı muffinlerinde ise tüm tarif tamamiyle bana ait.

Tuzu, baharatı, değişik lezzetleri, kavruk fındıkımsı lezzetin mimarı soya unu, kabartma tozu bulamayan cadının hazır maya kullanması, "çörek otu" mu yoksa "susam" mı diye düşünüp dururken "neden her ikisini birden kullanmıyorsun" diyen şeytan dürtmesi... Hepsi bu tarifte...

Gökhan bayıldı, annem parmaklarını yiyordu, zaten tatlı, pasta, çörek delisi olan Melis yine bacaklarıma sürünerek "bana kek ver bee" tribine girdi... Mutfağım hiç dağılmadı. İkea'dan aldığım yeni un eleme aletim beni kendine hayran bıraktı, filan falan derken tarifi de vereyim değil mi?

1 + 1/4 su bardağı* un
1/4 su bardağı soya unu (yoksa aynı oranda normal un)
1 yumurta
1 paket kabartma tozu veya hazır (insant) maya
1 bardak kadar maydanoz ve dilediğiniz çeşit otlar
1 tatlı kaşığı tuz (kurutulmuş kavrulmuş soğan da tuzlu olduğu için eğer bunu kullanacaksanız daha az tuz koyun)
1.5 çorba kaşığı havanda dövülmüş veya ince çekilmiş kurutulmuş soğan
1/4 bardak sıvı yağ
1/2 bardak yoğurt + 1/2 bardak su karşımı yani ayran (yoksa 1 bardak süt de kullanabilirsiniz)
kek hamuru kıvamına gelinceye kadar su(yaklaşık yarım su bardağına ihtiyaç oluyor.)**
1 tatlı kaşığı sarımsak tozu
1 tatlı kaşığı kırmızı biber
1 tatlı kaşığı taze çekilmiş kara biber

pişmeden önceki görüntü şöyleydi:

                                    

İlk önce unu eledim ve sıvı malzemeleri yavaşça karıştırarak ekledim, yumurtayı çırptıktan sonra karıştırmaya devam ederek baharatları ve maydanozları ekledim. Kek hamuru kıvamında olduğu zaman (koyu boza kıvamı gibi) yağlanmış muffin kalıplarıma boşalttım, üstlerine yarı yarıya susam ve çörek otu serptim ve yaklaşık 170 derece fırında kürdan testi temiz sonuçlanana kadar pişirdim.*** Gelelim notlarıma:

*Sitemi takip eden tüm dostlar, eş, arkadaş, aile, tanıdık tanımadık herkese özellikle belirtmek isterim ki ...Pınar Cadısı... bir yemek tarifi sitesi değil. Yalnızca bir paylaşım yeri ama bu paylaşıma keyifli lezzetler de dahil olduğu için paylaşmakta bir sakınca görmüyorum. Bu nedenle tarif anlatımı konusunda iddialı olmadığımı bilmenizi isterim. Her zaman kendi yorumunuzu katın, malzemeleri ekleyin, çıkarın, deneyerek görün ve siz de paylaşın. Peki bu "su bardağı" meselesi nedir? Şudur: 1 su bardağı büyük olmayan normal ölçülerdeki bardaktır, meşrubat koyduğumuz uzun bardaklar değildir. en azından benim kullandıklarım öyle..
**Kek hamuru derken koyu boza kıvamından bahsediyorum.
***Kek ve muffin tarzı tariflerde genellikle 20. dakikadan itibaren kürdan kontrolü yapmaya başlıyorum. Kürdan tertemiz çıkıyorsa kekin içinden, kekiniz pişmiş demektir.

Tüm bu işlerin, eğlencenin, hoş sohbetin, tatlı zahmetin ardından sonuç da resimdeki gibi oldu. Lezzet harikaydı, aynı kıvamı temel malzemelerle elde etmek mümkün ama eldeki diğer malzemelere göre (maydanoz, kırmızı biber, sarımsak, kurutulmuş soğan) tabi ki farklı lezzetler elde edilebilir.

Az daha unutuyordum; tarifte yazılan "kurutulmuş soğan" meselesi sizi korkutmasın. Yerine yarım bardağa denk gelecek şekilde taze soğan ekleyebilirsiniz. Ben biraz sıra dışı bir şey yaptım ve dün İkea'dan aldığım kavrulmuş soğanları tarife ekledim. Bu soğanlar gerçekten benim için çok özel bir lezzet zira bugüne kadar İsveç'e giden akrabalara sipariş edilip mutfağa sokulurken, bundan sonra burnumuzun dibinden, İkea'dan alabileceğimizi öğrenmek beni çok mutlu etti.

İkea İsveç Gıda Ürünleri içerisinde bulabileceğiniz bu soğanların görünümü de şöyle:
                                                    
Ufak bir öneri, bu soğanları iyice ezip ya da robotta çekip yoğurtla karıştırdığınızda patates kızartması veya cipsin yanında deneyin bir, bakın neler oluyor;)

1 Mart 2010 Pazartesi

SOSYALİM, SOSYALSİN, SOSYALLER ve FaceBook'dan spesiyaliteler...

Sabah uyandım. Şimdi kahvaltısı var, diş fırçalaması var, yüzünü yıkayıp kremler sürmen gerek, belki biraz yüze göze renk vermek gerek. Geniş bir esneme bir "uaaagggghh!" efekti ile nereye koştum bu sabah?

Banyoya mı? Hayır,
Mutfağa? Hayır,

Doğruca arka odaya bilgisayarın başına. Çünkü toplanması gereken lalelerim ve güllerim, doyurulması gereken ineklerim, yeni menüler koymam gereken Kafe'm, hindistan cevizleri stoklayacağım bir ada'm, minik ödüllerle mutlu etmem gereken bir ev hayvanım, kira toplamam gereken sitelerim, hediye göndermem gereken onlarca arkadaşım, açmam gereken onlarca hediye var. Çok iş var.
Eski devirler değişti, köprünün altından sular aktı, Petville'imiz, Farmville'imiz, Country Story'miz, My Town'umuz oldu. Sabah kalkınca yapılacak ilk işler de değişti böylece. Saçma mı? Tabi ki saçma ama ihtiyacımız var. Ama ruhum böyle mutlu, ama bir şekilde tatmin ediyor insanı.

Facebook oyunlarını oynayınca sanki hep oynamayanlara bir açıklama yapmam gerekiyor gibi hissediyorum. Sanki oynamak oynamamaya göre daha asosyal, daha "sanal" meraklısı bir tutum... Ama biz mutluyuz..Bazen oyunlarımızı değiştiriyoruz, bazen yeni oyunlar keşfediyoruz, bazen aylarca oynadıklarımızdan sıkılıp bırakıyoruz.

Bir şey birini mutlu ediyorsa, ve de bir zarar vermiyorsa o şey iyi midir? Zarar neye göre zarar? Zaman kaybı? Baş ağrısı? Boş iş? Olabilir...
Bir şey birini mutlu etmiyorsa ya da zarar veriyorsa? Ya da yarar vermiyorsa? Para için çalışmak, sosyal olmak, hayatın içinde olmak, gerçekten yaşamak? Olabilir...

Ben mutluyum arkadaşım, ister oynayın, hediyeler gönderelim birbirimize, ister oynamayın... Hayat her şekilde akıp gidiyor, bazılarımızın dışından geçiyor akıp giderken, bazılarımızın içinden.. Ben hangisiyim, henüz bilmiyorum...
PINAR CADISI © 2007 All Rights Reserved